8 Şubat 2015 Pazar

Son Umut'un Getirdikleri

Bu kadar film izleyen bir adam olarak yıllardır Türkiye'den bir oyuncunun önemli bir uluslararası bir törende ödül kazanmasını bekliyorum.
Mesela Cem Yılmaz'ı en çok bu yüzden eleştiriyordum. Çünkü artık Türk seyircisini tekrar tekrar tavlamanın Cem Yılmaz adına işin kolayına kaçmak olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar çok sevsem de Cem Yılmaz'ın artık Sadri Alışık olmayı bırakıp, biraz da, ne bileyim, mesela Jerry Lewis olabilmesini bekliyorum. Cem Yılmaz'da bu potansiyeli görüyorum zira...
Bütün bunları düşünürken bir de bakıyorum Yılmaz Erdogan Water Diviner ile En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülünü kazanmış, Avustralya'nın en önemli sinema ödüllerinde. Yanlış olmasın, AACTA ödülleri öyle bizim tırt Kral TV Müzik Ödülleri'ne benzemez. Zaten ekli videoyu görünce anlayacaksınız işin ciddiyetini.
Ne var bunda, ne güzel işte diyeceksiniz... Sorun şu:
Yılmaz Erdoğan'ın bu ödülü aldığından kaçımız haberdarız?
Böyle bir haber nasıl olur da sosyal medyada yayılmaz?
Dün gece baktık, sözlükte bununla ilgili özel bir başlık bile yok.
Bu kadar geniş bir facebook listem var ve tek bir kişiden bile bu paylaşımı görmedim.
Twitter'da hashtag olarak rastlamadım.
Hiçbir yerde yok!
Water Diviner'ın ülkemizde yarattığı en önemli farkındalıktı, Russell Crowe gibi bir adamın çektiği, bizimle ilgili, bizi öven, bizim tarafımızı tutan, bizi haklı çıkartan, bize bel altı vurmayan bir filme ilgi göstermemiş olmamız... Türk milletinin büyüklüğüyle ilgili bütün verilerin toplumsal hafızadan silinmeye çalışıldığı bir dönemde, bizi silkeleyip kendimize getirecek daha iyi bir şey bulamazdık oysa. Ama hayır... Kimse çekimlerine gitmedi (Ömür Gedik yazdı), kimse filmin mutlaka izlenmesi gerektiğini söylemedi, "yahu kötü bile çıksa film, bizimle ilgili işte, gidin görün" diyemedi... Oysa Midnight Express bizi yerden yere vuruyor diye 35 senedir bu ülkenin gündeminde.
Aynı şey Yılmaz Erdoğan'a yapılıyor şimdi...
Seversiniz, sevmezsiniz... Politik açıdan doğru bulursunuz, bulmazsınız...
Kendinizden bilirsiniz, bilmezsiniz...
Türkiye'yi temsilen, bir Türk askerini canlandırdığı yabancı bir filmdeki rolüyle son derece önemli aktörlerin, yapımların yer aldığı bir törende ödül kazandı bu adam.
Hadi sinemadan anlamıyorsunuz, haber yapmayı da mı bilmiyorsunuz? Bu başarıyı nasıl yüceltmezsiniz?
Nasıl olur da, "Türk sinemasının ve oyuncularının önü bugün açılmış olabilir" demezsiniz?
Şaka gibi... Türk'ün gerçekten, Türk'ten büyük DÜŞMANI yok..
Sonuna kadar izleyiniz:

5 Şubat 2015 Perşembe

Whiplash

WHIPLASH

veya



(Haydi Bakalım Hoca, Hodri Meydan!
Hangimiz Daha Psikopat Görelim)



IMDB:  8,7
Metascore: 88
EMDB: 8



Yaklaşık bir ay önce Türkiye eski salsa şampiyonlarından Alper Güleçoğlu Facebook üzerinden bir mesaj attı:

"Abi Whiplash tam senlik... İzlersin."


J.K Simmons ve Miles Teller harika birer performans sergiliyorlar
http://www.mongrelmedia.com/MongrelMedia/files/c7/c71d5881-a584-4261-8e3c-5c33ae1244a7.jpg
















Zaten ilanları ve fragmanıyla dikkatimi çekmiş bir filmdi ama son 2-3 haftalık süreçte filmle ilgili bana direkt gelen veya insanların paylaşımlarından gördüğüm övgüler bitmek bilmedi. NihayetWhiplash'i Pazartesi akşamı Cinemaximum Akasya'nın VIP salonunda izledim. Sadece 26 kişilik bir salon ve ayak destekli, geniş, yatabilen koltuklarıyla ekstradan vereceğiniz 5-6 TL farka fazlasıyla değiyor.  Çok uzun veya çok popüler filmler için kalabalıktan kaçmak adına iyi bir çözüm. Tavsiye ederim.


Whiplash uzun uzun değerlendirilmesi gereken, sıradışı bir film. Yönetmeninden, oyunculuk performanslarına kadar derinlemesine inceleyebiliriz. Fakat özetlememiz gerekirse;

Whiplash rahatsız bir film.
"Rahatsız edici" değil, yanlış olmasın... Sadece "rahatsız". Rahata bir türlü eremiyor; hatta ermek istemiyor. İlla bir şey batacak, başka türlü olamıyor, olduramıyor Whiplash.

Whiplash çok güçlü bir film.
Kenarlarında gezinemezsiniz. Tam orta yerinde, içinde tutar sizi Whiplash. Canınız istediğinde birkaç saniye de olsa filmin dışına çıkıp, sonra tekrar odaklanamazsınız. Öyle yarım yamalak izleyemezsiniz Whiplash'i, buna müsaade etmez. Karakterleri gibi, senaryosu gibi bu anlamda da uç bir noktada Whiplash.

Whiplash cesur bir film.
Daha 20. saniyesinde hem protagonisti, hem antagonist'i aynı kareye sürüp çatışma yaratan bir senaryo her filmin göze alacağı iş değildir. Önce birini tanıtır, hayatından kesitler verir; sonra diğerine odaklanır konvansiyonel sinema. Whiplash'in konvansiyonel kalmak gibi bir derdi yok, gelişine vuruyor.

Whiplash dengesiz bir film.
Yine kötü anlamda değil... Hangi karaktere karşı ne hissedeceğinizi, bir olaya karşı ne tepki vereceğinizi bilemiyorsunuz. Filmin başından sonuna kadar böyle gidiyor. J.K Simmons'ın fragmanlardan itibaren "ooo abi problemli" hissiyatı yaratan Fletcher karakteri hakkında, film bittikten sonra bile ne düşüneceğinizi bilemiyorsunuz. Sonra fark ediyorsunuz ki Andrew'a "saflığından" dolayı kızmaya hakkınız yok. Çünkü sizinle de aynı şekilde oynamış Whiplash.

Whiplash doyurucu bir film.
Bunu iyi anlatabilmek için tam tersine dair bir örnek verelim. John Wick doyurucu bir film değildi mesela. Üzerine 1,5 porsiyon sinema daha alsam anca doyardım. İşte John Wick'i izledikten sonra içinizde oluşan boşluğu dolduran o 1,5 porsiyon sinema Whiplash'tir. Sadece doyurucu değildir; aynı zamanda da lezzetlidir. Yedikçe yiyesiniz gelir; son dilime geldiğinizi farkettiğinizde, daha yavaş çiğnemek, o son lokma hiç bitmesin istersiniz.


Fletcher'ın bu "kalaylamaları" seyirciyi yeniden orta okul yıllarına götürüyor
http://waytooindie.com/wp-content/uploads/2014/12/jk-simmons-whiplash.jpg


Bütün bunların yanında, filmi izlemeden önce etrafımdan aldığım Forrest Gump, The Usual Suspects, Shawshank Redemption ötesi tepkilerin yarattığı beklentinin yersiz olduğunu da söylemeliyim. Bu suni beklenti yüzünden filmi belki de hak ettiği yere koyamadım; zira bende yaratılan algıyı karşılayamadı. Whiplash etraftan gelen tepkiler çerçevesinde "abartılmış" (overrated) bir yapımdır. Fakat American Sniper'ın En İyi Film Oscar'ına aday olduğu ortamda gerçekten de başyapıttır. 

Sonuç olarak Whiplash özgün bir senaryo, başarılı bir kurgu ve harika oyunculuk performansları içeren, çok iyi bir film, Oscar alacaktır, özellikle J.K Simmons'ın performansı altın heykelciği hak eder cinsten. En iyi film alabileceğini zannetmiyorum.

Eğer jazz müziğiyle ilgileniyorsanız, film boyunca çalan şarkılara arkadaşının düğününde Imperial March duymuş Star Wars fan'ı tepkisi vereceğinizden eminim. Eğer jazz müziğiyle pek ilgilenmediyseniz, bu film başlamanıza vesile olabilir. Çok başarılı performanslar var. Soundtrack albümü mutlaka edinilmeli...

Arşivimizde 10 üzerinden 8'lik filmler arasında kıymetli bir yeri olacaktır; Oscar'lık başyapıtlar rafının hemen altında...


Birdman incelemesinde görüşmek üzere ;)

4 Şubat 2015 Çarşamba

St. Vincent ve Aziz Bill Murray

St.Vincent (Komşum Bir Melek)
Halen gösterimde olan filmin naçizane değerlendirmesidir efendim...
IMDB: 7,3
Metascore: 64
EMDB: (Eddie's Movie Database):  7,5
Başrol: Bill Murray
Yönetmen: Theodore Melfi

http://i.ytimg.com/vi/YVHqTF203_0/maxresdefault.jpg
Vincent çiçek sularken 48 fıskiye gücündedir. 
Bill Murray'nin yeri benim için ayrıdır. İlkokul yıllarımda hayal meyal Ghostbusters'la başlayan münasebetlerimiz, 1993'te Groundhog Day ile sağlamlaştı. O günden bu yana çok iyidir aramız. Tabii ki kariyerinin bir bölümü benim sinema algı başlangıç yıllarımın öncesine dayandığından, o dönemdeki filmlerinin bir kısmını (Tootsie, Caddyschack, Stripes, Scrooged) sonradan izleyerek arayı kapattım. Bill Murray filmleri belki hiçbir zaman "başyapıt" olamadı ama hep keyif verdi.
St. Vincent sadece Bill Murray'in kariyerine sirayet eden bu istikrarı korumakla kalmıyor, sinemada komedinin sıradanlaştığı, kahkahanın fazlasıyla ucuzladığı bir dönemde, kaliteyi yeniden tanımlıyor.
Basit kelime oyunları, bel altı espriler, aynı "geyiğin" defalarca tekrarıyla değil, anlattığı hikaye ve karakterlerle gülümsetiyor St. Vincent. Hikayenin içerisinde komedi de var, dram da. İçinizi cız ettirecek "bu da mı gol değil" anlarıyla harmanlanan, gözyaşlarınızla ıslanan bir komedi St.Vincent.
Eşinden ayrı bir annenin büyümüş de küçülmüş oğlu ile yaşlı, huysuz, bildiğini okuyan adamın ilişkisini ele alması itibariyle, filmin "About A Boy" (respect, Nick Hornby) ile benzerlik taşıdığını söyleyebiliriz. Bill Murray'in Vincent karakteri ise The Big Lebowski'de Jeff Bridges ile efsaneleşen "The Dude", American Beauty'de Kevin Spacey'in canlandırdığı "Lester Burnham" ve biraz da Married With Children'daki Al Bundy karakterleriyle ortak yönler taşıyor. Karakter Bill Murray'e o kadar yakışmış ki, sanki her hareketi, her repliği özel hazırlanmış gibi duruyor. Henüz filmin ilk cümlesinden, film bittikten sonra sizi 10 dakika boyunca yerinize mıhlayan "credits" bölümünün sonuna kadar Vincent'a -ve çorap üstü sandaletlerine -kilitleniyorsunuz.
Hayattan bezdiğiniz zamanlarda, Groundhog Day ve Phil'i hatırlayın ;)
http://www.sammcnerney.com/wp-content/uploads/2015/01/groundhog-day.jpg
"Groundhog Day Bill Murray" ve "St.Vincent Bill Murray" arasında huysuzluk, umarsızlık,bencillik gibi benzerlikler göreceksiniz. Bill Murray'in sıradışı oyunculuğuna ve karaktere adapte olmaktansa, karakteri büyük bir ustalıkla kendisine adapte edişine şahit olacaksınız. Bir de nasıl yaşlandığını fark edeceksiniz... Belki bilmeyenleriniz vardır, Groundhog Day sadece bir film değil, gerçekte de yaşanıyor. Geleneksel olarak her sene Punxsutawney, Pennsylvania'da "kış mevsiminin daha ne kadar süreceğini anlamak için" düzenlenen bir çeşit festival aslında Groundhog Day. Bu sene de henüz iki gün önce, 2 Şubat'ta yapılmış. İnsan bazen düşünüyor. Keşke Groundhog Day gerçekten de içinden çıkılamayan ve sürekli aynı günün tekrar ettiği bir döngü olsa da, Bill Murray gibi adamları içine koyup, sonsuza dek koruyabilsek....

Neyse efendim... Netice olarak, St. Vincent, hele ki "ain't us" ve "anus" arasındaki telafuz benzerliğinden 8 kez espri çıkartmaya çalışan The Interview gibi seviyesiz işlerin prim yaptığı bir dönemde, gerçek bir başyapıt sayılmalıdır.
Keyif alacaksınız. Alamazanız yine gelin, size göre de bir film buluruz elbet... smile emoticon